9 Nisan Salı günü 17:00′de İstanbul Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü'nde gerçekleşen "Tuzla Ermeni Yetimhanesi'nin Öyküsü: Kaybolmayın Çocuklar film gösterimi ve söyleşisi" etkinliğinin Heradesil (www.heradesil.com) tarafından gerçekleştirilen canlı yayın kaydıdır.
Kamp Armen, yetim Ermeni çocuklarının Atlantis Uygarlığı. Hrant ve Rakel Dink'in de bir zamanlar evi olan Tuzla Ermeni Yetiştirme Yurdu. Ermeni çocukların Anadolu'dan çıkıp yetimhaneye uzanan yolculukları... Çocukların emeğinin üstüne kurulan cennet bahçesine "azınlıklar mülk edinemez" diyerek el konulması. Yıkılmaya ve yok olmaya terk edilen bir çocukluk hikayesi... Kamp Armen'in hikayesi, "Kaybolmayan Çocuklar" filmiyle anlatılıyor.
Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Kulübü'nün katkılarıyla 9 Nisan Salı günü Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü Sinema Salonu'nda "Kaybolmayın Çocuklar" adlı belgeseli; belgeselin yönetmeni Gülengül Altıntaş ve filmin senaristlerinden Garabet Orunöz ile birlikte izleyeceğiz. Gösterimin ardından ise belgesele ve Kamp Armen'e dair konuşacağız.
Published on Apr 20, 2013
9 Nisan Salı günü 17:00′de İstanbul Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü’nde gerçekleşen “Tuzla Ermeni Yetimhanesi’nin Öyküsü: Kaybolmayın Çocuklar film gösterimi ve söyleşisi” etkinliğinin Heradesil (www.heradesil.com) tarafından gerçekleştirilen canlı yayın kaydıdır.
Kamp Armen, yetim Ermeni çocuklarının Atlantis Uygarlığı. Hrant ve Rakel Dink’in de bir zamanlar evi olan Tuzla Ermeni Yetiştirme Yurdu. Ermeni çocukların Anadolu’dan çıkıp yetimhaneye uzanan yolculukları… Çocukların emeğinin üstüne kurulan cennet bahçesine “azınlıklar mülk edinemez” diyerek el konulması. Yıkılmaya ve yok olmaya terk edilen bir çocukluk hikayesi… Kamp Armen’in hikayesi, “Kaybolmayan Çocuklar” filmiyle anlatılıyor.
Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Kulübü’nün katkılarıyla 9 Nisan Salı günü Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü Sinema Salonu’nda “Kaybolmayın Çocuklar” adlı belgeseli; belgeselin yönetmeni Gülengül Altıntaş ve filmin senaristlerinden Garabet Orunöz ile birlikte izleyeceğiz. Gösterimin ardından ise belgesele ve Kamp Armen’e dair konuşacağız.
===============
NTV news program with Garabet Orunoz and Gulengul Altintas (In second part after 26nd min)
Rahmetli Hrant Dink ile tedris-i rahlesinden geçtiği, zalim bir bürokratik oligarşinin kurbanı olmuş ve içinden geçtiğimiz Barış Süreci’nin sonucu tashih etmediği sürece, hiç inandırıcı olamayacağı, affedilemez bir hazin hikâyesi olan Tuzla Çocuk Kampı (virane halinde, terk edilmiş)’na davet etti…
İlerde hakkında yazacağım, Türkiye hatta Avrupa’nın yarın hakkında çok konuşulacağını, şimdiden size buradan haber verdiğim, sevgili Malatyalı kardeşim Garabet Orunör…
Değerli dost ve meslektaşım, Yalçın Ergündoğan, Ankara’dan kameraman-yönetmen Fatin Kanat, belgeselci Muhammet ve asistanı Özlem Sarıyıldız ile AGOS kurucularından, Ermeni Cemaati’nin değerli kanaat önderlerinden Harutyun Özer ve Nazaret Davityan ile Tuzla Ermeni Protestan Kamp (Armen)’ının eski sâkinleri de vardı…
Bakırköy Belediyesi’nin, sağ olsun Başkan Ateş Ünal ve Yardımcısı Yervant Özuzun’un tahsis ettiği iki minibüs ile Tuzla’ya doğru yola çıktık…
Dönen devran, akan sular, geçen günlerle değişen Tuzla ve daha birçok şey yüzünden, bir zamanlar in ve cinlerin basketbol oynadıkları yerlerde lüks villalar, evler yapılmış; böylece Kamp’ın yolunu biraz zor buldular arkadaşlar…
Ama olsun, sonunda vardık…
Terk edilmiş de olsa, çocukların cıvıl-cıvıl sesleriyle bir parfümün sıkılmış gibi olduğu bir ortamdan eser kalmamış da olsa, şehirli düzen-disiplinini yaşamış bir yer olduğu belliydi burasının…
Mutfağı geziyoruz, yatak odalarını, bahçeyi (…) Aha işte burada yazları çocukların yemeğini yapar, en son çocuk bitirmeden ben de oturmazdım ama bu sefer de kendimi çoktan doymuş hissederdim’ diyor Peruz Hanım; meğer bu Kamp’ın yemeklerinden sorumlu Mayrig(Ana)’iymiş…
Bizi karşılayanlarla gelenler arasında bir kıyamet kopuyor; gidecekleri yer, ev- barkları olmasına rağmen yıllar boyu buraları terk etmeyen Baba Selahattin-Anne Meryem, çocuklarıyla tanışıyoruz…
Kızları Sabiha (…) Bu kampta tüm çocuklar BİZ idik, Baron (Ermenice ‘Bay’ demek, öğretmene böyle hitap ederler) ile biz çocuklar görev taksimi yapar, görev üstlenir, kampın işleriyle uğraşır, üretir, sonra da ürettiklerimizle geçinirdik; oynardık, eğlenirdik, aynı zamanda da öğrenirdik diyor. Erkek kardeşi Tahsin İstanbul’da kalıyor ama her hafta sonu doğru Tuzla’ya…
Baba Selahattin burayı terk ettikleri anda maazallah leş kargalarının duvarların içindeki demirleri sökmeye kadar buraları tar-u-mar edeceklerini bildiğinden, ne denli sevap işlediklerinden haberdar ve haklı bir gurur duyuyor…
Anne Meryem, bırakın konuşmayı, fotoğraf bile çektirmek istemiyor bize; hâlbuki cesur kızından ve kocasından biraz örnek alsa, neyse anlayışlı olmak lazım…
Herkes evinden bir şeyler getirmiş, kahvaltımızı burada ediyoruz.
Anadolu’nun ücra köşelerinde, büyüklerin akşam yatarken, her yemek yediklerinde – yabancı kimse yoksa sofrada tabii – Ermeni kimliklerini ancak Hıristiyanlığın simgesi, haç (İstavroz Rumcasıdır, aynısı) çıkararak, koruyup aktaranların çocuklarının, zamanında sığındıkları bir yerdeyiz…
Garabed anlatıyor ha anlatıyor, kâh film çekiliyor, kâh fotoğraf, film CD’si bitiyor, değiştiriliyor, sorular soruluyor, Harut Özer ek bilgiler veriyor ama bizim Garabed güldürürken ağlatabilmek gibi, çok ama çok zor bir işi müthiş beceriyor…
Bir Zaman Tüneli’ne girmiş gibiyiz sanki…
Seher vakti gün ağarırken uyanıp ırgatçılık yapan ve dolayısıyla Arapların çiftçi anlamındafellah ve Kürtlerin ise gâvur anlamında fılla dedikleri; akşam gün batımına kadar tarlalarda çapa sallayan, elleri nasırlı, göreceli olarak, teknoloji, yenilik, işi yani hayatı kolaylaştırmaya yönelik Hıristiyanlıktan ve hele Protestanlıktan gelen çalışmak kutsaldır şiarıyla hareket ettikleri için, zekâlarını zorlayan, sürekli araştıran, kısa zamanda değirmenciliğe, baytarlığa, demirciliğe meyilli Anadolu Ermeni insanının bir kesitinin ufak izdüşümünü, günümüze gelen izleri üstündeyiz…
O insanların arasında, şanslı olup da Hrant Güzelyan’ı görüp tanıyan, dolayısıyla çocuğunu, dilini, dinini, kültürünü öğrenmesi için İstanbul’a yolladığı Çocuk Kampı’ndayız; işte o çocukların gözlerini her açıdan açıp, topluma İNSAN olarak kazandıran bahçelerinde kahvaltı ediyoruz…
1958 yılında, İstanbul Ermeni Cemaati’nde bir hareketlilik doğuyor; Havari ve Protestan Cemaatleri, kendi Kürtlerini keşfediyorlar tabiri caizse… O zamana dek varlıklarından haberdarlar ama ne yer ne içer, nasıl yaşarlar, ilgilenmeye pek imkânları, cesaretleri, zamanları olamamış. Anlayacağınız haydi, İstanbul Ermenileri, dillerini, dinlerini, kültürlerini kaybedenlerin avına çıkıyorlar Anadolu’ya…
Aslında Sıvas’lı bir aileden, tornacı ustası olan, Hrant Güzelyan da İstanbul’un Gedikpaşasemtinde bulunan Ermeni Protestan Kilisesi adına bu işe soyunur ve ilk gezisinde sekizçocuk bulur, getirir. Sonra aynı yıl bir ikinci geziyi yapar ve yirmi çocuk getirir, ancak arkada daha seksen çocuğun sıraya girmiştir… Seksen çocuk da getirilir ve Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi’nin yanı başında beş katlı bir apartman kiralanır ve çocuklar burada yatıp kalkarlar.
Yaz gelir, çocuklar köylerine, memleketlerine giderler… Okul başlayınca hepsi eksiksiz döner ama… Ermenicelerinden, İstanbul’da öğrendiklerinden eser kalmamıştır; yok bu böyle olmayacak ve onlara en iyisi İstanbul’da Yaz Kampı açmak gerekecek, zira eğitim kusursuz olmalıdır.
İşte Tuzla’daki bu arsa 1962’de satın alınır ve Ermeni Protestan Kilisesi ve Mektebi Vakfıadına tapuya kaydedilir. Vatandaşlarımız, her işi yasalara göre yapmak istemelerinden dolayı böyle davranmayıp, Hrant Güzelyan’ın adıyla (çünkü o zaman bu da tartışılıyor) arsayı satın alsalardı, belki devletin ilgili kadrolarının hışmına biraz daha zor uğrayacaklardı diye düşünülebilir.
1979 yılına dek, Hrant Dink ve 1500 yetim Ermeni çocuğu bu Kamp’tan yararlanır. Ancak Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1979’da açtığı davada, Yargıtay Hukuk Dairesi 16 Ocak 1983tarihli nihai kararıyla, tapu iptal (!) ediliyor; ilk sahibine, ücretsiz (!) iade ediliyor. Vakfa beş kuruş ödenmiyor
(!). Yetim hakkı resmen yenip, gasp ediliyor anlayacağınız.
Bugüne kadar altı (6) defa el değiştirmiş bu arsa… Bugün A. F. Ulusoy’un elinde…
Sağ olsun, resmen kendi tapusunda olmasına rağmen, ne teklifler, ne projeler üretilmiş bu arsaya ama önceki arsa sahipleri gibi, Sayın A. F. Ulusoy da hiç ama hiçbir tasarrufta bulunmuyor bu arsada; öyle duruyor arazi; birkaç yılda bir, böyle eski sakinleri ziyaret ettiklerinde ancak kapı açılıyor.
BİR HUKUKSUZLIUK BAŞYAPITI OLARAK TUZLA ERMENİ ÇOCUK KAMPI, bizce uluslar arası alanda bir tez konusu olabilir…
Anadolu’nun bağrından gelmiş toplam bin beş yüz çocuğun, domates, hıyar, biber, patlıcan, salata, türlü sebzeler, meyveler yetiştirmesini, süt sağmasını, tereyağı, peynir yapmasını, yumurta, civciv üretmesini, sulamayı, reçel, marangozluk, elektrikçilik, terzilik gibi el ve ev işlerini yapmasını, komşu Müslüman ailelerinin çocuklarıyla paylaşmasını, oynamasını kısaca İNSAN olmayı öğrenen; topluma, üretken insanlar yetiştiren bir yuvanın, devletçe nasıl el konulmuş olduğunun hikâyesi çıkar buradan…
Binlerce yıl birlikte, en azından dünyanın değişik ülkelerinde yaşayan farklı dini-kültüre sahip insanların yaşadıkları kadar sorunlarla yaşayabilmişken; 1800’lerin sonunda başlayan, hâlâ Kınalı Ada’da ev kundaklamaları, Burgaz Adası’nda kilise yağmalanması, Samatya’da kadın boğazlarının kesilmesi (failinin Ermeni oluşuna inandırılmak istenmemiz) gibi emsallerle devam eden süreçteyiz…
Tuzla Ermeni Protestan Kampı da işte bu sürecin bir halkası…
Tükettiğini üstelik iyi şekilde üretmesini, dolayısıyla kötülük yapmaya bile zaman bulamamayıAnadolu’muzun Hıristiyan çocuklarına öğreten Tuzla Ermeni Protestan Çocuk Kampı’nı; ülkenin,
Anadolu’muzun diğer çocuklarına da öğretebilmek için emsal almak varken; burayı kurutmak istemek (hâşâ ve de hâşâ) hangi kitaba göre vaciptir, söyleyebilir misiniz?
Nisâ Suresi 2. Ayet, 6. Ayet, 8 Ayet, 9. Ayet, 10. Ayet, 36. Ayet, 127. Ayet, En’ âm Suresi152. Ayet, İsrâ Suresi 34. Ayet ve Duhâ Suresi 9. Ayetlerde İslâm’da Yetim Hakkı ile ilgili gayet açık ve net belirtilmiştir…
İslâm’da Benden doğmasa bile bana ait anlamında özel öneme sahip Yetim Hakkı, mum sema bir imtihandır…
Bizden bu kadarını söylemesi, daha da fazlasını söyleyebiliriz, bilgimiz çok şükür var ama yine de daha’sın hatırlatmak bize düşmez diyoruz…
Ayrıca, içinden geçtiğimiz Barış Süreci tabii ki alkışlanacak, şapka çıkartılacak kırılma noktasıdır Cumhuriyet tarihimizde ama gelin görün ki böyle ormanlardan bahsedilirken, Tuzla Ermeni Protestan Kampı gibi ağaçların kurutulmasına göz yumulacaksa, inanın yarın Barış Süreci ormanından eser kalmaz…
Böylece alt tarafı Tuzla’ya gitmiş gibi görünsek de, akşam eve asırlara doğru bir yolculukyapmış gibi yorgun dönüyoruz…
===============
Kaybolmayın çocuklar (RADIKAL)
Rakel ve Hrant Dink in (soldan ikinci çift) yıllarını verdiği Kamp Armen, 1983 te kapatıldı. Ermeni çocukların emekleriyle kurulan Tuzla daki kamp, Kaybolmayın Çocuklar belgeselinde anlatıldı.
İSTANBUL - Hrant ve Rakel Dink’in yıllarını geçirdiği Tuzla Yetimhanesi’nin çocukları, Aziz Nesin Vakfı çocuklarıyla buluştu. Genç ve yaşlı kuşaklar hep birlikte Tuzla Yetimhanesi’yle ilgili ‘Kaybolmayın Çocuklar’ belgeselini gözyaşlarıyla izleyerek fidan dikti.
‘Kamp Armen’ sakinlerinden Garabet Orunöz de 19 kişilik grubun içindeydi. Kardeşi Filor’u 15 yıl kaybedip Kamp Armen’de bulan Orunöz 4 kayısı, 4 şeftali, 4 kiraz ağacı getirmişti beraberinde… “40 yıl önce yaşadıklarım gözlerimde canlandı” diyen Orunöz, “Hrant’ın deyimiyle bir ‘Atlantis Uygarlığı’ kurmuştuk. Burada çocuklarla konuşmaya doyamadım. Gene geleceğiz, bu kez daha kalabalık geleceğiz” dedi.
Nesin Vakfı çocuklarından 9 yaşındaki İlayda için meyve ağaçları mutluluk verici, film ise hüzünlüydü: “Ne kadar çok acı çekmişler, değil mi?” “Bak ama filmde paylaşım da var, mutluluk da var” itirazına cevabı netti; “Var ama hüzünlü…”
‘Atlantis uygarlığımız’
12 Mart döneminde kapatılan Gedikpaşa Yetimhanesi yerine kurulan Tuzla Yetimhanesi birçok Ermeni yetimin hayatında bir mihenk taşı olmuştu. Kuruluş günlerini Hrant Dink şu sözlerle anlatmıştı:
“İlkokul iki ile beşinci sınıflar arasında okuyan çelimsiz öğrencilerdik. Ve kazmaya başladık önce. Kazdık, Kızılay çadırlarımızın çubuklarını diktik; kazdık, fidan diktik; kazdık, kuyu açtık. (…) İşte böyle kurduk Atlantis Uygarlığımızı… (…) Üç yıl, şafak vakti kalkıp gece yarılarına dek çalışarak kamp binasını tamamladık. (…) Geceleri yorgunluktan altımıza işerdik. Ailelerimizi, yakınlarımızı ancak geceleyin uzaklarda, parlayıp sönen kent ışıklarını izlerken anımsardık. Yere düşmüş ve üst üste yığılmış yaşlı yıldızlara benzetirdik kent ışıklarını. Gelen imrenir, gören imrenirdi. ‘Aşk olsun’ derdi herkes, aşk olsun.” Kamp Armen 1983 yılında bir kez daha, bu kez ‘Azınlık vakıflarının mülk edinemeyeceği’ gerekçesiyle kapatılmıştı.
sayın SADOGE yazınızı okudum .içimumutla doldu.ne inancımakarışan İNS ne maraş olaylarını hatırlatan alevilerin işaretlenmesi her şeyin üstesinden geliriz.gecenin en karanlık zamanı aydınlığın en yakın olduğu saattir
Insanlık bir çok nedenle birbirinden ayrı düşer, ancak bazıları bundan çıkar sağlamak için her pisliği yapabilir. Bu şiddet ve zulüme bağlı davranış bozukluğuna günümüzde faşizm denir. Faşizm korku yaratarak insanları sindirip sömürüsüne devam eder. Gerçekte kendisi korkacak kadar zavallıdır. Bütün insanlık sakin bir cesaretle tepki gösterdiğinde de suç işlemiş çocuk gibi bir köşeye pısar. Faşizme sebep olan,zeka bozukluğu ve psikolojik sapmaları ve hastalıkları anlarsanız bu hastalıkla mücadele kolaylaşır. Korkulacak birşey olmadığı da görülür. Yoksa mücadele edilirken yanlışlara düşülür, ırkçılık, cinsiyetçilik, dincilik gibi ayırımcılıklar yine ön plana çıkar, faşizmin besleneceği ortamı oluşturur. Faşim herkese düşman hastalıklı bir düşünce ve ruh halidir. Bu nedenle hiçbir farklılık ön plana çıkarılmadan birleşilip, birlikte mücadele etmek gerekir. Nasılki sivrisinekler din, dil, ırk, cinsiyet ayırımı yapmadan ısırır ve mikrobunu yayarsa faşizm de öyledir. Hatta faşist kendisine bile düşmandır. Faşizme karşı, din dil ırk cinsiyet ideoloji ayırımı yapmadan birleşiniz, zira faşizm tüm insanlığın düşmanıdır. Bugün bana yapılan yarın sana yapılır. Bu gün komşuna zulüm eden yarın sana edecektir. Faşizm, insanlığa karşı işlenen suçların hepsidir. Faşizme karşı hepberaberiz.
Hiç endişelenmeyin. O güzel güneşli günler yakındır. Türk Kürt Ermeni Laz Rum Çerkeş bütün Anadolu halklarının özgürce kardeşçe yaşayacağı günler. O güzel günlere inanan o güzel insanlar aranızda. Ülke diktatörlüklerle bile yönetilse bilin ki o güzel insanlar kıracak prangalarını yıkacak zalimlerin duvarlarını. Başınızı çevirdiğinizde o güzel insanları o erdemli gururlu onurlu sadece yaşamını insanlığa kardeşliğe sevgiye eşitliğe inanan o güzel insanlar ellerinizi uzatacağınız kadar yakınınızda. Ülke de aydınlık yasaklansa güneşli güzel günler karanlıklara zindanlara boğsalar bilin ki o güzel insanlar güneşi yayacak sokaklara. Bilinki Ermeni kardeşlerim çektiğiniz zulümler bitecek. Bilin ki kardeşliğe inanan Hrant ben de kardeşliğe inandığım için içimde yaşıyor. Bilin ki Kürt kardeşlerim sizde bu ülkenin eşit yurttaşları olacaksınız. Bilin ki diğer halklar. O güzel insanlar sokaklarda işyerlerinde tarlalarda dağlarda ovalarda bir ağacın dibinde hiçbir insanı diğerinden ayırmayan o güzel insanlar. O güzel insanlar olduğu sürece bu ülkenin umutları ümitleri yaşayacak. En büyük tehlike nedir biliyor musunuz? Umudumuzun söndüğü gündür. O güzel insanların ön adı umuttur ümittir sevgidir kardeştir. Kardeş. Ey bu ülkede kendi elinde olmadan savaşa sürüklenen kardeşlerim sizlere sesleniyorum. Hiç bir ana size kardeşine binlerce yıldır ortak yaşayan kardeşlerine düşman olasınız diye doğurmadı. Namlularınıza sürülmüş mermileriniz acıları çoğaltmasın. Sevgiye dönüştürelim topraklarımızı dağlarımızı yüreğimize sevgilerinizi doldurun. Bu ülkenin sevgiye umuda gereği var. O güzel insanlara imanımı inanıcımı da kimse söndüremeyecek. Ben bu imanla yaşıyorum.
===============
R A D I K A L
Kaybolmayan çocukların hikâyesi…
Hrant Dink’in, temelinde çalışıp hayatının aşkı Rakel’e açıldığı, çocuklarıyla bahçesinde oynayıp kapanışına tanıklık ettiği Tuzla Yetimhanesi’nin filmini çeken Garabet Orunöz filminin adını onun yazısından seçmiş: ‘Kaybolmayın Çocuklar’.
İlk Hrant Dink anlatsın: “Bizim yetimhane, ayrılanlarla buluşanların, kaybolanlarla bulunanların merkeziydi sanki. Garabet’le, Flor mesela. Çocuk yaşta ana babalarını kaybeden bu iki genç, aradan 15 yıl gibi bir zaman geçtikten sonra ancak yaşamın tatlı bir rastlantısı sonucu kavuşabildiler birbirlerine.(…) Nasıl unuturum, onlara bu gerçeği söylediğimizde birbirlerine doğru koşuşlarını? Garabet’in “Kuyrik kuyrik” diye deniz kenarına, ablasına koşuşunu. Şimdi içinizden ‘tam da Türk filmi’ diye mırıldananlarınız olacak, ama ne yapalım ki olay ortadaydı ve yaşanıyordu.”
Kendinin de büyüdüğü Tuzla Yetimhanesi’ni 8 Kasım 1998’de “Kaybolmayın Çocuklar” yazısında bu cümlelerle anlatıyordu Hrant Dink. “Kuyrik kuyrik” diye kız kardeşine koşan Garabet ise Kamp Armen’in filmini çeken yönetmen Garabet Orunöz.
“O öldü, biz buluştuk…”
Ölmeden altı ay önce Hrant Dink “‘Kamptakileri bir araya getiren bir yemek düzenle, hadi Garo” demiş. Kendi deyimiyle biraz “kulak arkası” ettiği bu sözü 19 Ocak’tan sonra vasiyet kabul eden Orunöz, onun pişmanlığıyla 2008’de yetimhanenin çocuklarını buluşturmuş: “Dünyanın dört bir yanında yaşayan Tuzlalıları aradım. Yıllar sonra hepimiz bu kampta bir araya geldik. Çocukken bize sorumluluk vermek için bir şeyleri zimmetlerlerdi. Mesela yumurtalardan ben sorumluydum. Koskoca insanlar bile bana gelir ‘şu kadar yumurta aldım’ diye hesap verirdi. İşte onun gibi kampta ağaçlar da çocuklara zimmetliydi. O gün hepimiz orada yetiştirdiğimiz ağaçların, ellerimizle kurduğumuz binaların gölgesinde ağladık.”
Bu buluşmanın ardından hayatının 21 yılını anlatmaya karar veriyor Orunöz ve “Kaybolmayın Çocuklar” filmi böyle başlıyor. Filmde anlatılan Tuzla Yetimhanesi, bir diğer adıyla Kamp Armen, Hrant Dink’in de Orunöz’ün de Gedikpaşa Yetimhanesi’nin kapatılmasından sonraki ikinci yuvası. Dink’in deyimiyle “Atlantis Uygarlığı”.
“Kampı çocuk emeğiyle yaptık”
Dink, Orunöz’e tanıştığı ve ağabeylik yaptığı Gedikpaşa Yetimhanesi’ni şöyle anlatıyor: “Yetimin, öksüzün, yoksulun, sokakta kalanın barınma ve eğitim olanağı bulabildiği bir yuvaydı Joğvaran. Ben ve kardeşlerim mesela… Annemiz, babamızdan ayrılmış, bizler de ortada kalmıştık. O yuva olmasaydı kim bilir ne olurdu halimiz?” Ama Gedikpaşa 12 Mart döneminde kapatılıyor ve çocuklar da Tuzla Yetimhanesi’ne gönderiliyor.
Henüz el değmemiş bir arazide çocukların emeğiyle yaratılan Tuzla Yetimhanesi’yse yalnız Dink’in değil, birçok Ermeni yetimin de hayatında bir mihenk taşı. Kuruluş günlerini Dink’in özlemle andığı günler:
“İlkokul iki ile beşinci sınıflar arasında okuyan çelimsiz öğrencilerdik. Ve kazmaya başladık önce. Kazdık, Kızılay çadırlarımızın çubuklarını diktik; kazdık, fidan diktik; kazdık, kuyu açtık. (…) İşte böyle kurduk Atlantis Uygarlığımızı… (…) Üç yıl, şafak vakti kalkıp gece yarılarına dek çalışarak kamp binasını tamamladık. (…) Geceleri yorgunluktan altımıza işerdik. Ailelerimizi, yakınlarımızı ancak geceleyin uzaklarda, parlayıp sönen kent ışıklarını izlerken anımsardık. Yere düşmüş ve üst üste yığılmış yaşlı yıldızlara benzetirdik kent ışıklarını. Gelen imrenir, gören imrenirdi. ‘Aşk olsun’ derdi herkes, ‘aşk olsun’”.
Kardeşimi bulmadan aşık olmadım Malatya ’dan Nedim olarak gelen, İstanbul’da adının Garabet olduğunu öğrenen Orunöz babasıyla son karşılaşmasını unutamıyor: “1970 yazında, Tuzla Kamp Armen’in müdürü Hrant Güzelyan tarafından, Malatya’ya babamın yanına yollandım. Sabahın ilk ışıklarında babam, çeşmeye yüzünü yıkamak için gitmeye hazırlanırken, ben de kalktım. Babam peşkirini omzuna attı, “Hayr- Mer” diye Ermenice dua etmeye başladı. Daha önce ne dediğini anlamazdım, bu sefer okulda öğrendiğim için ben de onunla ondan daha gür bir sesle dua etmeye başladım. Babam sustu, çeşmede yüzünü yıkadı. Eve dönünce, dizlerinin üstüne çöküp hıçkıra hıçkıra ağladı. Beni İstanbul’daki yetimhaneye gönderen kadın için, ‘Sara, Sara Allah ömrümden ala sana vere’ dedi.”
Orunöz’ün hayatındaki unutulmaz ikinci kavuşma da Hrant Dink’in babası Sarkis sayesinde oluyor: “Annem ölünce o zaman üç buçuk aylık olan kız kardeşimi İstanbul’da bir aileye evlatlık verdik. Sonrasında da evlatlık veren Sara Makascı bana nerede yaşadığını, adını söylemedi. Kız kardeşimi buluncaya kadar âşık olmamaya yemin ettim. 19 yaşındaydım. O sıralar Tünel’de bir atölyede çalışıyordum. Hafta sonu için arkadaşım Nişan bir çadır ayarlamış, ‘kalk gidelim kampın yanına çadır kuralım’ dedi. Ustam izin verince kalkıp gittik. O sırada kız kardeşimin adını öğrenmiştim ama bir türlü izine rastlayamıyordum. Kız kardeşim de hafta sonu çocuklara ablalık etmek için oradaymış. Bizim dışımızda herkes biliyormuş kardeş olduğumuzu. Ben su almaya gittim kampa, Hrant Dink’in babası Sarkis seslendi. Biraz da sıkıntılı, ‘senin bir kız kardeşin varmış, arıyormuşsun’ dedi. Meğer o da Malatyalı olduğu için sormuş soruşturmuş, kız kardeşimin Flor olduğunu, adının değiştiğini öğrenmiş, bizi buluşturmak için fırsat arıyormuş. Karşıki balkonu gösterdi. Hemen tanıdım Flor’u. Ablama çok benziyordu. Sonra Flor’u çağırdılar. Gelirken bütün balkonlar dolmuş, bu kavuşma sahnesini izliyordu…”
O gün bugündür kız kardeşi Flor’u bırakmayan Orunöz’ün filmi şubatta gösterime girecek. Film yalnız Hrant Dink’e değil, Tuzla Yetimhanesi’ne, onun dünyanın dört bir yanına dağılmış yetimlerine de bir vefa borcu aslında.
Son sözü Hrant Dink söylesin: “Sekiz yaşında gittim Tuzla’ya. Tam 20 yıl oraya emek verdim… Eşim Rakel’i orada tanıdım. Birlikte büyüdük. Orada evlendik. Çocuklarımız orada doğdu. Sonra kampımızın müdürünü ‘Ermeni militan yetiştiriyor suçlamasıyla’ içeri aldılar. Haksız bir suçlamaydı. Hiçbirimiz Ermeni militanlar olarak yetiştirilmemiştik. (…) Şikâyetim var ey insanlık! Bizi yarattığımız uygarlığımızdan attılar. Orada yetişmiş 1500 çocuğun alınterinin üstüne oturdular. Bizlerin çocuk emeğini gasp ettiler. Yuvamızı dağıttılar. (…) Ve bizim yarattığımız ‘Tuzla Yoksul Çocuk Kampı’mız bizim ‘Atlantis Uygarlığımız’ şimdi bir harabe. Çocuk cıvıltıları çekilince suyu da çekilmiş kuyunun. Binanın ise dişleri dökülmüş, avurtları çökmüş, omuzları düşmüş. Toprak çorak. Ağaçlar küskün… Benim isyanımın pike uçuşları ise, binbir özenle yaptığı yuvası bir darbeyle yok edilmiş kırlangıcınki kadar keskin…
Malatya’da Ermeni mezarlığı içinde yaptırılan bekçi konutu, gasilhane ve son dua yerinin belediye tarafından yıktırılmasına tepkiler sürüyor.Yıkımın sorumlusu AK Partili Malatya Belediye Başkanı Ahmet Çakır dün yaptığı açıklamada, “Bu hiç istediğimiz bir durum değil. Kendimizi mahcup hissediyoruz. Soruşturma başlattık. Gerekirse bu iki yapıyı biz yeniden yaparız” demişti.DemokratHaber’e gelişmeler hakkındaki düşüncelerini belirten Malatya Hayırseverler Derneği (HAYDER) yöneticilerinden Garabet Orunöz şunları söyledi:
“Yetimhanesine el konulup yıkılması için bekletilen Tuzla Ermeni Kampı’nın Malatyalı çocuğuyum. Köklerimin ve atalarımın mezarlarının tahrip edilmemesi için, bir bekçiye insanca yaşam alanı ve Malatya’ya gömülmeyi vasiyet eden yaşlılarımızın cenazelerinin de kaldırılması için düşündüğümüz gasilhane ve son dua yeri inşaatımızın başına gelenleri üzüntü ve kahır ile karşıladım. Belediye başkanının “gerekirse” kelimesinin arkasına saklanmasını kabul etmiyorum. “Ne gerekirse” düzeltmesini talep ediyorum. Sorumlular hakkında takibat değil, bizim yaptığımız inşaatın ve kuruş-kuruş topladığımız bağışların hesabını hemşerilerimize gönül rahatlığı ile verebilmemiz için ve zamanında bitirme sözümüzün yerine getirilmesi için elinden gelen her şeyi yapması durumunda, kendilerinin samimiyetlerine inanabiliriz. Şimdiye kadar, inşaatımızın her aşaması hakkında kendilerinin bilgileri vardı. Kendi sözlerinden dışarı çıkmadık. Sıra kendilerinde.
Tamamen Belediye başkanı ve Valinin bilgileri doğrultusunda yapmaya çalıştığımız inşaatımız yıkıldığı gibi, aynı yere, aynı şekilde, bizlerin bitirmeyi taahhüt ettiğimiz Mayıs ayı sonuna kadar, Malatya Belediyesi tarafından yeniden yapılır da teslim edilirse, samimiyetlerine inanacağız.
Aksi durumda; hoşgörü inançlarından, samimiyetlerinden şüpheye düşecek, tahammülsüzlüklerinden, ittihatçı zihniyetlerinden, Zirve yayınevi katliamları gibi fikirlerinden hala vazgeçmediklerinden emin olacağız.
Ayrıca Malatya Hayırseverler Derneği (HAYDER) olarak Malatya için düşündüğümüz, ticari projelerimizi askıya almak zorunda kalacağız. Kayısıyı dünyanın 6 kıtasına tanıtmak ve pazarlamak ve ilk parti olarak 100 ton kayısı alımı için üretici ile görüşmekte idik. 30 Haziran – 6 Temmuz tarihleri arasında Malatya’ya düzenleyeceğimiz, ikinci geleneksel Malatya turumuz için, bin kişinin üzerinde başvuru vardı. Otel, ulaşım ve güvenlik sorunlarından dolayı, 3 grup halinde, 3 ay içinde Malatya’ya bin kişiyi götürme planımızı da, tur sorumlusu olarak şimdilik askıya almak zorundayım.
Malatya Esnaf Odaları, Otelcileri, Ziraatçileri, Lokantacıları, Taksici ve Minibüsçüleri, Küçük ve Büyük Esnafları ile İl genel meclisi üyelerinin, önümüzdeki hafta tutumlarını dikkatle izleyeceğiz. Süratle alacakları isteğimiz doğrultusundaki kararları uygulamaları halinde; bizler de planlarımızı yeniden uygulamayı kademeli olarak ve daha dikkatli davranarak düşüneceğiz.
Bu vesile ile; kınamam; yıkımı gerçekleştiren, emri veren, uygulayanlaradır. Malatya halkına değildir. Umarız Malatya Belediyesi yeniden inşaatımızı yapar da teslim eder. Bu ayıp ancak bu şekilde ortadan kalkar.
Hrant Dink’in son görüntülerinden biri 14 Haziran 2006’da, Garabet Orunöz tarafından kaydedildi. İlk kezHaberVesaire‘de yayınlanan bu amatör ancak çok değerli kaydın birden fazla anlamı var.
Kaydın yapıldığı yer İstanbul Gedikpaşa’daki Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı. Görüntüde yer alan insanlar ise, bu vakfa ait olan Tuzla Ermeni Çocuk Kampı’ndan (Kamp Armen) yetişenler ve aileleri. Hrant Dink bu kampın ilk çocuklarındandı. İnşaatın başladığı 1963’ten “azınlık vakıflarının mülk edinemeyeceği” gerekçesiyle arazinin ellerinden alındığı 1983’e kadar Tuzla’daydı. Bu 20 yılda, büyük çoğunluğu öksüz ya da yetim bin 500 çocuk Kamp Armen’in ekmeğini yedi. Video görüntülerini bizimle paylaşan Garabet Orunöz de o bin 500 çocuktan biri.
Kamp Armen’in “çocukları” 14 Haziran 2006’da Gedikpaşa’da, okullarının kurucusu ve müdürü Hrant Küçükgüzelyan’ı görebilmek için toplandı. Küçükgüzelyan (çocuklarının taktığı isimle Baron), 12 Eylül’den sonra “Ermeni militan yetiştirme” gerekçesiyle yargılanmış ve hapis cezası almıştı. Küçükgüzelyan 8,5 ay sonra serbest kaldığında Türkiye’den ayrılmak durumunda kaldı ve Marsilya’ya yerleşti. Kampı, son üç yılında Hrant Dink idare etti.
İşte Haziran 2006’daki bu buluşma da, Hrant Küçükgüzelyan’ın 25 yıl sonra Türkiye’ye ilk gelişinde nedeniyle gerçekleşti. Küçükgüzelyan gelmeden önce Dink’i aramış ve yetimhanedeki çocukları görmek istediğini söylemişti. Dink’in evinde yapılması düşünülen buluşma, katılımın artması üzerine Gedikpaşa’daki kiliseye alındı. Küçükgüzelyan İstanbul’da 17 gün geçirdi ve bu sürede Dink’in evinde kaldı.
Küçükgüzelyan, Dink’in öldürülmesinden sonra kendisine ulaşan Star gazetesinden İnci Döntaş’a şunları söylemişti: “Hrant bana ‘Her zaman gel’ dedi. Hrant yaşasaydı yine gelirdim, şimdi kime geleceğim?”
Bir daha gelmedi, gelemedi. Dink’in ölümünden dokuz ay sonra 6 Ekim 2007’de, 87 yaşında Marsilya’da hayata gözlerini yumdu ve orada defnedildi.
Görüntüler
Garabet Orunöz’ün kaydettiği ilk video Hrant Dink’in konuşmasıyla başlıyor. Dink, Kamp Armen’e Anadolu’dan getirilen ve tuvalet eğitimi olmayan çocukları eğitebilmek için Küçükgüzelyan’ın icat ettiği “kalem oyunu”nundan bahsediyor.
(Garabet Orunöz’e göre Küçükgüzelyan bu oyunu, Silopi’den kampa getirilen çocukların bir türlü tuvaletin deliğini tutturamamaları ve etrafı kirletmeleri üzerine uydurmuş. Ama sadece onlara değil kamptaki tüm çocuklara günler boyunca oynatmış. Ve gerçek amacın tuvalette deliği tutturmak olduğunu söylememiş. Günler sonra çocuklar oyunda başarı sağlamaya başlayınca “Aynı şeyi tuvalette de yapın” demiş.)
Dink’ten sonra ayağa kalkan Küçükgüzelyan, kampın kendine özgü “dişçi” oyununu anlatıyor. (Hasta rolü oynayan bir çocuk, dişçiyi oynayan bir diğerine muayene oluyor. Ancak hasta, dişçinin elinde kömür olduğunu bilmiyor. Dişçi, hastayı muayene ederken bir taraftan da onun yüzünü boyuyor. Hasta ayağa kalkıp aynaya bakınca durumu anlıyor.)
Küçükgüzelyan oturduktan sonra tekrar konuşan Dink, “O oyunun iki türlüsü vardı” diyerek hastayı oynayan çocuğun da ağzına su doldurarak muayene sonunda dişçinin suratına fışkırttığını anlatıyor.
“canim benim mekani cennet olsun.bukadar güzel bir insana kiydilar RABBIM geride kalan sevdiklerine sabir versin bu nezor aci ben ki yabanciyim hergördügümde video veya resimlerini icim kan agliyor:(( yapabilecegim tek sey adalet biran önce yerini bulsun .