“Onnik, dükkâný derhal kapat ve doðru evine git!” “Hasan Abi, bu saatte dükkâný kapatmak olmaz.” “Ben ne diyorsam onu yap. Dükkâný derhal kapat ve eve git!”
agos – Ýstanbul
08 Eylül 2007, Cumartesi
Ohannes Garavaryan ve eþi Karmen Garavaryan ile 3 Nisan 2004 günü Los Angeles’ta tanýþtýk. Ohannes Garavaryan, Ýstanbul’da ünlü hazýr giyim þirketi Vakko’da çalýþmýþ, yurtdýþýnda birçok giyim fuarýnda bu þirketi temsil etmiþ. Hali vakti yerindeyken, bir gün gözleri arkada kalarak ayrýlmýþ doðup büyüdüðü vatanýndan, topraðýndan, insanlarýndan…
Eþi Karmen ile birlikte ABD’de sýfýrdan kurmuþlar hayatlarýný. Düþündüðü, arzuladýðý her þeye ulaþmýþ. Ama gene de yüreðinde bir hüzün, gönlünde bir hasret, aðzýnýn tadýnda bir eksiklik var. Ýstanbul deyince, gözlerinin önünden mavi bir su akýyor Ýstanbul þarkýlarý içinden.
ABD’ye geleli neredeyse 40 sene olmuþ. Ama “Ben ABD’liyim!” demiyor, “Ben Ýstanbulluyum!” diyordu gururlanarak. Karmen de öyle. “Kýnalýada” derken koskoca Marmara Denizi’nin sularýný dolduruyor kalbine. Kalbinin yarýsý Ýstanbul’da kalmýþ. Koskoca Atlantik Okyanusu, Marmara’nýn yanýnda bir damla görünüyor hâlâ gözüne!
“Ohannes Aðabey, neden geldin buralara?” dedim gözlerinin içine bakarak.
Neden geldim ben buralara? Neden köklerimden koparak buralara geldim? Anlatayým. Hani bir gram aðýrlýk terazinin dengesini bozar ya, hani bir damla su bardaðý taþýrýr ya, iþte benimki, bizimki de öyle oldu.
Þu anda 67 yaþýndayým. 1937′de Ýstanbul’da doðdum. Çocukluðum, gençliðim Ýstanbul’da geçti. Ben orada var oldum. Burada ise varlýðýmý sürdürüyorum. Gözlerimi kapayýp geçmiþimi düþündüðümde, o güzel Ýstanbul’da geçirdiðim güzel çocukluk ve gençlik günlerimi ve hiç unutamadýðým korkunç acýlarýmý hatýrlýyorum. Bu karýþýk hislerim beni doðduðum yerden kopardý, ta dünyanýn öbür ucunda yaþamaya mecbur etti.
Hayatýmý etkileyen ve ufak yaþta içimi saran korkunun sebebi yaþadýðým ve bilfiil gözlerimle gördüðüm birkaç hadiseden ibarettir. Bunlarý sana yaþadýðým hayat, içtiðim su, yediðim ekmek gibi açýk açýk aynen anlatayým.
Sene 1941. Ben henüz dört-beþ yaþlarýndayým. Evimiz Taksim Sakýz Aðacý Caddesi’ndeydi. Numarasý bile aklýmda: 85 numara. Sabahýn altýsýnda bizim evin kapýsý çalýnmýþ. Babam, bizleri uyandýrmadan, pijamalarýyla yavaþça aþaðý inmiþ, kapýyý açmýþ. Karþýsýnda iki jandarma ve bir polis görmüþ.
“Suren Garavaryan siz misiniz?”
“Evet.”
“Sizi götürmeye geldik. Derhal bizimle geliniz!”
Babam iyice þaþýrmýþ. Yukarýya anneme seslenmiþ. Annem aþaðý inince iyice korkmuþ. Baðrýþmaya baþlamýþlar. Bu baðrýþmalardan biz üç kardeþ uyandýk, apar topar aþaðýya indik. Ben jandarmalarý, polisi görünce çok korktum. Annem benim ve aðabeyimin ellerinden tuttu, ablamý da sýrtýna bindirdi. Kapý giriþindeki duvarýn köþesine çekildi. Babamý pijamalarýyla, gözümüzün önünde alýp gittiler! Donup kalmýþtýk. Babamý nereye, niçin götürmüþlerdi? Ne annem, ne de bizler biliyorduk.
Annem kapýyý kapattý. Yukarýya, odamýza çýktýk. Ben baþladým aðlamaya. Annem aðladýðýný bize göstermek istemiyordu.
“Aðlamayýn çocuklar, babanýz biraz sonra gelecek” diyordu. Ben çocuk aklýmla, “Birazdan gelecekse, neden elbiselerini giymesine izin vermediler?” diye düþünüyordum.
Mahallemizde, komþu apartmanlarda o yýllarda pek çok Hýristiyan aile vardý. O evlerden de acý çýðlýklar iþitmeye baþladýk. Demek ki o evlerden de babalarý, erkekleri götürmüþlerdi. Korkumuz daha da arttý. Derdimizi anlatacak, yardým isteyecek kimsemiz yokt