Kentsel dönüşüm projelerine ilişkin birikmiş tepki Gezi Parkı sürecinde infiale dönüştü. Halen çeşitli raporlar üzerinden tartışması devam eden direniş, belli ki bundan sonraki pek çok ortak toplumsal talep için emsal teşkil edecek. Bu vesileyle şehrin tarihi boyunca büyük dönüşümlerden nasibini alan Taksim’e bir de Ermeni toplumunun mekânları üzerinden bakmak istedik
İLKNUR TAŞKÖPRÜ
[email protected]
Eskiden burada büyümüş, yaşamış insanların pek çok anılarının olduğu mekânlar günümüzde neredeyse tamamen kaybolmuş. Gençlik yıllarını Taksim Spor Kulübü’nde geçirmiş olan VarujanAslanyan semtle ilgili anılarınışöyle anlatıyor: “Eskiden Taksim Spor Kulübü’nde başkandım. O yıllarda Gezi Parkının adı‘Taksim Bahçesi’ydi. Bu bahçe önceden futbol sahasıydı ve saha tahta perdelerle çeviriliydi. Girişi de bugünküMcdonalds’ın 15 metre gerisinde bir ahşap kapıdan olurdu. Sahadaki kapalı tribün ikiye ayrılırdı. Bir tarafında çoğunlukla Ermenilerden oluşan Şişli taraftarları, diğer tarafta ise Pera taraftarları otururdu. Bu heyecanlı maçların sonunda genelde hep kavga çıkardı. Yine hafızamda en çok kalan mekân Divan Oteli’nden TRT Radyo binasına kadar uzanan Ermeni Mezarlığı’dır. Divan Oteli’nin ve Kervansaray Gazinosu’nun arkasında SurpAgop Kilisesi vardı. SurpAgop’tan TRT binasına kadar her yer mezarlıktı. O mezarlığın mezar taşları Gezi parkının, Divan oteli temelinin yapımında kullanıldı. Şimdi koca mezarlığın yerinde yeller esiyor.”
Semtin eski sakinlerinden PakratEstukyan da Taksim’in eğlence merkezi rolüne dikkat çekiyor: “Ben Talimhane’de doğdum, büyüdüm. Taksim her zaman Ermeniler için bir eğlence mekânı olageldi. Sinemalar, gazinolar, tiyatrolar hepsi Taksim’deydi ve Ermeniler buraların müdavimiydi. Genelde yoğun olarak Gayrimüslimlerin oturduğu Taksim’i çevreleyen sokakların hepsi çok önemli ve eski yerleşim alanlarıdır. Modernleşme döneminde şehrin nüfusunda bir değişme oldu ve Kumkapı, Gedikpaşa gibi semtlerdeki Ermeniler buralardan taşınıp Taksim’e ve çevresine yerleştiler. Ermenilerin Taksim çevresinde yoğun olarak yaşadığı yerler Tarlabaşı’ndan Dolapdere’ye doğru giden Turan Caddesi ve Feridiye Sokağı’dır. Bu bölgenin en önemli kilisesi Üç Horan Kilisesi’dir. Vakıf seçimlerinde bu vakfın yönetimini ele geçirebilmek için her defasında büyük rekabetler yaşanırdı, hâlâ da yaşanıyor. Eski yıllardan aklımda kalan bir ayrıntı da bizim sokaktaki vagondu. Biz faturalarımızı buradan yatırır, postalarımızı buradan gönderirdik, sokağımızda postane falan yoktu. Şimdi o vagon da kalmadı.
“Ben Talimhane’de büyüdüm. Talimhane’nin ismi, eskiden askerlerin orada talim yapmalarından geliyor. Bizim mahallede hep Rumlar ve Ermeniler vardı. Zaten Taksim genelinde Gayrimüslim nüfus oldukça fazlaydı. 6-7 Eylül olaylarından sonra sayılarıçok azaldı. Gedikpaşa’da mesela Müslüman halk çok azdı. Valideçeşme, Feridiye Caddesi’nde hep Ermeniler ikamet ederdi. Bizim gidip geldiğimiz yerler belliydi. Biz eskiden şimdiki kızlar gibi çok gezemezdik ama devamlı olarak Hacı Bekir ve Baylan Pastaneleri’ne giderdik. Bir de Tünel’e giderken Lebon Pastanesi vardı. Şimdiki gibi marketler olmadığından, bütün alışverişlerimizi ne yazık ki yıkılmış olan Ankara Pazarı’ndan yapardık. Taksim Gazinosu’na da giderdim, oraya bir sürüünlüler gelirdi hep. SurpAgop Kilisesi’ni devamlı ziyaret ederdik, orası da kalmadı, yok ettiler. Bir de şunu hatırlarım; eşekle Hamidiye suları, at arabalarıyla da zerzevat satılırdı. Meydanlara bazen Ermeni cambazlar gelirdi, akşamları onları izlemeye giderdik. Rumlarla beraber Ermeniler karnaval kıyafetleri giyinip Taksim’e yürüyerek Paregentan (karnaval) bayramını kutlarlardı.”
Mimar ZakaryaMildanoğlu ise eski Taksim’i, semtin geçirdiği büyük mimari dönüşümü anlatıyor bize: “Şu an Sheraton Oteli’nin olduğu yerde Ermeni sosyetesinin yoğun ilgi gösterdiği Taksim Gazinosu vardı. Taksim eskiden mezarlıklar bölgesiydi. Hilton otelinin orası Latin Mezarlığı, Gümüşsuyu’ndan Askeri hastaneye inen bölge Müslüman mezarlığıydı. Divan oteli, TRT Radyoevi, Harbiye Askeriye müzesine kadar olan bölge de bilindiği gibi Ermeni mezarlığıydı.”
Mildanoğlu’ndan semtin adının hikâyesini de dinliyoruz: “Cumhuriyetten önce Taksim Meydanı yoktu, meydan yerine kışlanın ahırı bulunmaktaydı. Taksim ismi ise şuradan geliyor; meydan 1600’lü yıllarda mezarlık olarak kullanılıyordu. Bu mezarlıkların olduğu bölgeye Beyoğlu ve Galata semtlerinin su sorununu çözmek için maksem inşa edildi. Maksem; gelen suyu çevredeki çeşmelere ve diğer yerlere dağıtılan yani taksim edilen su depolarıdır. Bundan dolayı da bölgenin ismi Taksim olarak anıldı. Ermenilerin Taksimi’ne gelecek olursak, Ermeni nüfusu 1842’de Taksim’de yapılan nüfus sayımına göre, ki o zamanlar ki nüfus sayımında sadece erkekler sayılırdı, 3,233 kişiydi. Ermeni toplumu topluluk olarak yaşadığı her semte mutlaka bir okul ve kilise inşa ederdi. Taksim Üç Horan Kilisesi de bu doğrultuda inşa edilmiştir. daha sonra Tokatlıyan otel ve pastanesine dönüşen Taksim’deki Alkazar Sineması da Ermenilerin sık gittiği mekânlardan biriydi. Bu bina 1883’te kapanarak kahve ve restoran olarak kiraya verildi.”
Taksim Topçu Kışlası bir zamanlar futbol sahası olarak kullanılıyordu. Bu sahada Ermenilerin ve Rumların futbol takımı sık sık karşı karşıya gelirlerdi. |
Gomidas Vartabed: Besteci, etnomüzikolog ve din adamı.1869’da Kütahya’da doğdu. İstanbul’da ise Elmadağ’da ikamet etti. Eçmiadzin Kevorkyan Ruhban okulunda eğitim almasının ardından Berlin’de müzik eğitimini tamamladı. Üç yüz kişilik büyük koroların şefliğini üstlenerek Taksim’de konserler verdi, Ermeni müziği üzerine konferanslar düzenledi. 1915’te 235 Ermeni aydınlarıyla beraber tutuklandı ve Çankırı’ya sürgün edildi. Yurtiçi ve yurtdışındaki dostlarının çabaları ile hapisten ve ölümden kurtuldu. Ancak orada şahit olduğu zulüm sebebiyle akıl sağlığını yitirdi. 1935’de Paris’te bir akıl hastanesinde yaşamını yitirdi.
Krikor Zohrap: Ünlü siyasetçi ve edebiyatçı. 1861’de İstanbul’da doğdu. Taksim Gümüşsuyu’nda ikamet etti. Osmanlı Meclis-i Mebusan milletvekili olarak insan hakları, işçi hakları, kadın hakları ile ilgili önemli yasa tasarıları hazırladı. Hukukçu kimliğinin dışında Osmanlı Devleti’nin dirliği için sarf ettiği büyük çabalarla anıldı. İttihat ve Terakki tarafından 1915’te tutuklandı ve katledildi.
Maryam Şahinyan: Türkiye’nin ilk kadın stüdyo fotoğrafçısı. 1911’de Sivas’ta doğdu. Şahinyan’ın babası Meclis-i Mebusan’da Sivas temsilcisiydi. Sivas’ta Şahinyan ailesi olarak maddi varlık açısından çok iyi konumda oldukları halde 1915’te ailesi ile birlikte İstanbul’a göç etmek zorunda kaldı. Taksim Galatasaray’da stüdyo açıp çalışmaya başladı ve aralıksız olarak mesleğini sürdürdü. 1996’da yaşamını kaybetti.
Osep Minasoğlu: Geçtiğimiz hafta kaybettiğimiz stüdyo fotoğrafçısı. 1929’da Samatya’da doğdu. Beyoğlu’ndaki Kodak şirketinde çalışmaya başladı. 6-7 Eylül olaylarının yaşanması sebebiyle Fransa’ya gidip fotoğrafçılığın en ince ayrıntılarınıöğrenerek dönüşünde dönemin en büyük stüdyosu olan Osep Fotoğrafçılık ve ardından Show Stüdyosu’nu kurdu. İlk otomatik baskı makineleri, ilk diyapozitifler onun sayesinde Türkiye’ye geldi. Minasoğlu, Yeşilçam’ın ünlü isimlerini fotoğraflayarak sesini duyurdu.
Madam Anahit: Akordeon sanatçısı, oyuncu. Madam Anahit, 16 yaşındayken Esayan Lisesi’nde, okul korosuna katılarak, müzik hayatına başladı. Liseden mezun olunca, akordeon çalan bir Rum’a aşık olmasıyla ilgi duyduğu bu enstrümana sarılarak onu ölene dek bırakmadı. Eşini kaybettikten sonra ekmek parasını kazanmak için düğün, dernek gibi davetlerde çalgıcılık yapmaya başladı. Sinemalarda da oyunculuk yapan Anahit, şarkı kliplerinde de rol aldı. Mide kanseriyken bile ara sıra Nevizade’yeçalışmaya giderdi. 2003’te hayatını kaybeden Madam Anahit, Çiçek Pasajı, Taksim ve Beyoğlu’nun unutulmaz bir simgesi olmuştur.
Ara Güler: Fotoğrafçı ve yazar. 1928’de Beyoğlu’nda doğdu. Lisedeyken film stüdyolarında sinemacılığın her dalında çalıştı. Ayrıca BertrandRussell, Winston Churchill, Arnold Toynbee, Picasso, Salvador Dali gibi birçok ünlünün fotoğrafınıçekti, röportajlar yaptı. Ömrünü neredeyse Taksim, Beyoğlu, Galatasaray’da geçirdi. Hala mesleğine devam eden Güler’in burada şahsına ait bir stüdyosu ve adını taşıyan bir de kafe bulunmaktadır.
Sahaf Vahan: 1925’te Yozgat’ta doğdu. 3 yıl sonra ailesi ile beraber İstanbul’a göç etti. Galatasaray Lisesi’nin köşesinde 40 yıl boyunca sahaflık yaptı. Ayrıca ‘Hayal Sahaf’ adlı kitaba konu oldu.
Son olaylardan dolayı‘Taksim’ denilince akla ilk gelen yapılardan biri olan Topçu Kışlası, mimarı açısından Ermeni kültür tarihinde de bir yere sahip. Ünlü Balyan ailesinden Krikor Balyan’ın eseri olan bu devasa yapı bir zamanlar stadyum olarak da kullanıldı. Ermenilerin Taksim’deki diğer eğlence alanı geleneksel olarak futbol oldu. Taksim bölgesinde Araks, Esayan ve Marmnamarzagan olmak üzere Errmeni toplumunun üç ayrı futbol takımı vardı. Bu takımlar maçlarının çoğunu Taksim Stadı’nda oynarlardı. Ermeni Olimpiyat Oyunları da bu stadyumda kutlanmıştı.
1-Surp Eçmiadzin 2-Surp Hzipsınıyants 3-Surp Kayyanyants 4-Naregyan 5-Lusavoriçyan 6-Arşagunyan 7-Kız sanat okulu (1913’de kapatıldı.) 8-Esayan Lisesi (günümüzde varlığını sürdürmekte) |
Bugünkü Esayan Okulu’nun arsasında Pera Hastanesi mevcuttu ancak 1743 ya da 1755’te bu hastanenin yerine SurpHarutyun Hastanesi inşa edildi. Bu hastane III. Sultan Selim’in fermanı ile 1793’de temelden yenilendi, ancak 1833’e kadar hizmet verebildi.
Esayan Okulu ise Hovhannes ve MıgırdiçEsayan kardeşler tarafından 1895’de açıldı. Bu kardeşler 1893’de SurpHarutyun Kilisesi’ni de ibadete açtılar ancak kilise maalesef bugüne ulaşamadı.
Taksim’de okullar ve kiliseler haricinde 1888’de Knar Müzikseverler Birliği kuruldu. Taksim, bir dönem varlığına sık rastlanan Ermeni fakirhanelerinin bakımından da zengindi, fakat cemaatin Taksime yaptığı fakirhanelerin ne ismi ne de binası kalmıştır. 1870’de ise Taksim’de eskiden bulunan Naregyan Okulu yıkılarak, okulun arsasına 1887’de sanat atölyesi açılırdı ve daha sonra bu atölye sanat okuluna dönüştü; bu yapı da günümüze kalmamıştır.
Tarihin ne acı bir cilvesidir ki, 1915 yıkımından sadece iki yıl önce, 1913’te Taksim’de Ermeni alfabesinin oluşturulmasının 400. yılı ve Ermeni matbaasının kuruluşunun 1500. yılı nedeniyle görkemli kutlamalar yapıldı.
İstanbul’daki onlarca anmalardan biri de bugünün Gezi Parkı olan Taksim Bahçesi’nde yapıldı.
Patrik Hovhannes XII Arşaruni, Prof. HagoposCecizyan ve Pera yöneticisi Kâni Bey törene katılan isimler arasındaydı. Kutlamaya İstanbul Kuvve-i Askeriye Reisi Cemal Bey tarihi konuşmasında şöyle diyordu:
“Bir milletin, dünyanın medeni milletleri gibi ve onların arasında yaşayabilmesi için harflerle elde edilebilen akli tekamüle ihtiyacı vardır. Kendi lisanının harflerinden mahrum bir milletin vahşi milletlerden hiçbir farkı kalmaz. Hakikaten terakkiperver bir ruha sahip olan soyunuz, bu merasimleri tertiple, kendi medeniyet ruhunun ifadesi için en güzel yolu bulmuştur. Hükümetimiz bununla iftihar ediyor.”
Gezi direnişi ile varlığı ve bugünkü yokluğu bir kez daha anımsanan yerlerden biri de Ermeni mezarlığı oldu. Elmadağ Ermeni Mezarlığı’nın tarihine kabaca bakacak olursak, arazi, Kanuni Sultan Süleyman’ın aşçısı VanlıManukKaraseferyan sayesinde Ermeni toplumunun mülkü haline geldi. Anlatıya göre, Sultan Süleyman’ın Buda’yı işgal etmesi üzerine Almanlar onu zehirlemeyi planlar ve bu işi Manuk’tan isterler. Manuk bunu reddeder ve Sultan’a durumu anlatır. Sultan, komployu açığa çıkardığı için onu ödüllendirmek isteyince, Manuk, İstanbul Ermenilerine bir mezarlık tahsis edilmesini talep eder. Sultan da Elmadağ semtinde bulunan araziyi Ermeni toplumuna hediye eder.
1560’dan itibaren Surp Agop Ermeni mezarlığı olarak anılan arazi, 1909’da Belediye’ninPangaltı Caddesi’ni genişletmek amacıyla, mezarlığın yolun üst kısmında yer alan kısmını istimlâk etmek istemesiyle büyük bir mücadele alanına dönüştü. Dönemin Belediyesi ile Ermeni toplumu arasında yaşanan anlaşmazlık üzerine hükümet olaya müdahale etti ve Belediye’ye verilecek kısmın değerinin cemaate ödenmesine karar verildi.
Ancak İstanbul Belediyesi, toprağın değeri yerine, sadece duvar yapımı, kemiklerin ve mezar taşlarının taşınması gibi masrafları karşılamak için bedel ödenmesini uygun gördü. İstanbul Belediyesi, 1926′dan itibaren Beyoğlu’ndaki mezarlıklara defin işlemleri yasakladı ve mezarlıkların denetimi cemaatlerden alınıp belediyelere verildi. Tapu Genel Müdürlüğü’nün talebi üzerine Beyoğlu Üç Horan Ermeni Kilisesi’nin mezarlığın Ermeni toplumunun mülkü olduğunu belgelerle ortaya koymasına karşın Tapu Genel Müdürlüğü, mezarlığın Belediye’ye tahsis edilmesini onayladı. Bunun üzerine, Türkiye Ermenileri Patrikliği adına Belediye aleyhine dava açıldı.
Ancak mahkeme, Belediye’nin avukatlarının itirazlarını reddetti. Ortaya çıkan birçok karışıklığın engellenmesi adına Mahkeme bu vakfın ‘hudutname’sini (sınırları belirleyen belge) istemeyi uygun buldu. Kurulan uzman araştırmacılar heyeti nasıl bir bilimsellikle bilinmez ama ‘bilimsel’bir şekilde, mezarlığın Ermenilere değil Sultan Beyazıt Vakfı’na ait olduğunu ortaya koydu. Bu raporun ardından mahkeme, mezarlığın Belediye’ye tahsisine karar verdi. Davanın hukuki süreci 1934’de son buldu. Mahkemenin sonucunda Patrikhane’yi mahkeme masraflarını ve Belediye Vekili’nin 150 lira avukatlık masrafını ödemeye tabi tutuldu ve ihtiyati tedbir kararı kaldırıldı. Gel gör ki artık mezarlığın yerinde yeller esiyordu.